OKULLARI SEVİMLİ KILAN DEĞERLER YARALI

Galiba okullarımız öğrencilerin yaşadığı çağdan birkaç yıl geride gibi, belki daha da fazla da olabilir…

Öğrenciler ders zili çalar çalmaz sınıflarından, paydos zili çalar çalmaz da okullarından dışarı adeta kendilerini fırlatıp atıyorlar. Uzaklaşırlarken arkalarına bile bakmıyorlar. Gönül isterdi ki, okullarını çok sevsinler, zil çalsa bile sınıf ya da bahçe kapısından çıkmak istemesinler. Ayakları gerisin geri gitsin! Bahçeye doymak bilmesinler, anne-babaları kıskansın…

Bilgiye ulaşmanın son derece kolay olduğu bir çağda yaşadığımız halde, maalesef okullarımızda öğrencilerin bilgiye ulaşım yolları çok sınırlı. Öğrencilerin bilgiye ulaşımı, adeta öğretmenlerin anlattıkları ya da yazdırdıkları ders notlarıyla sınırlı tutulmakta… Öğretmen gözetimi dışında akıllı tahtaya bağlı internet kullanımı yok denecek kadar az. Cep telefonlarında ise kurallaştırılmış yasaklamalar almış başını gidiyor.

Bir tıkla milyonlarca bilgiye ulaşım varken yasaklamak neyin nesi? Yazısı çok kötü olan, hatta kendisi bile yazdığını okumakta zorluk yaşayan bir öğrenci; ders notu yazdıran öğretmenine yazmak istemediğini, internetten indireceğini, yazıcıdan çıkardıktan sonra deftere yapıştıracağını, o şekilde daha iyi öğreneceğini söylese, öğretmen izin verir mi? Kesinlikle vermez. Peki neden? Çünkü diğer öğrenciler de onu emsal gösterecek, onlar da yazmaktan vazgeçeceklerdir. Tabi ki asıl neden bu değil… Asıl neden yazmak üzere dersini konumlandıran öğretmenin bir B planının olmamasıdır. Bütün öğrenciler yazmazsa sınıfı nasıl yönetecek? Ders boyu yazdıracağı metni birkaç dakikada anlatıp bitirebilir. Ondan sonra ne olacak? Öğrencileri nasıl sessiz tutacak? Yazılı sınavda bir öğrenci “Bu konuyu işlemedik” diye iddia ederse nasıl kanıtlayacak? Sadece bu örnek bile sınıf yönetiminde olması gereken değerlerin yaralı olduğunun göstergesi değil mi?

Öğrenciler ellerindeki ders kitaplarında yazılanlardan başka hangi haftada hangi kazanımları kavrayacaklarını biliyorlar mı? Bilmesinin ne sakıncası olabilir?

Öğrencilerin kendi müfredatlarını kendilerinin yapması görülmüş şey mi?

Neyi öğreneceğini, niçin öğreneceğini, ne zaman, nerede, kiminle ve nasıl öğreneceğini önceden bilmeyen öğrenci için okul nasıl sevimli olsun ki?

Sonuç odaklı yaklaşım varken yazılı sınavlar için, dönem sonu notu için, yılsonu için somut kazanımlara dayalı bir hedef belirleme şansı var mı?

Pek çok öğrencide olduğunu bildiğimiz hedeflerin tahminden öte bir anlamı var mı?

Şimdi, örneğin Tarih, Edebiyat, Coğrafya ya da başka bir derste konu işlerken öğretmenine, “İzin verirseniz ben bu konuyu kütüphanede ya da laboratuarda kendi kendime öğrenmek istiyorum” dese, iyi niyetle söylenmiş böyle bir isteği dile getiren öğrenciye öğretmen sizce ne karşılık verir? Aklımdan geçeni yazmıyorum, sizlerin de aklından geçtiğinden eminim…

1990’lı yıllardan önce için söyleyecek fazla söz yok, zira o yıllarda okullarımızda öğretmen merkezli öğretim egemendi. Dünya yetmişli yıllarda terk etse de bizde bilginin kaynağı hala öğretmendi. Öğrenmenin merkezinde o vardı. O anlatan, öğrenciler dinleyen konumundaydı. Bu nedenledir ki pek çok okulun başarısı, az sayıdaki öğretmenin bireysel başarılarıyla taçlanırdı. O öğretmenler nereye giderse gitsin, veliler peşine takılırdı. Oysa şimdi öyle mi? Artık öğretmen bilginin kaynağı değil, bilginin rehberi… Bu yüzdendir ki artık başarılı öğretmen yok, başarılı okul var; çünkü başarı bireysellikten çıktı: Öğrencisiyle, öğretmeniyle, yöneticisiyle, hizmetlisiyle, velisiyle bütünleşti… Başarı ekip işi oldu. Durum böyle olunca, 2004’te öğretmen tanımı, eğitim sistemi ve öğretim programları değişti. Ders kitapları Yapılandırmacı öğretim modeline göre hazırlandı.  Çok olumlu ve umut verici gibi görünen bu durum, maalesef hiç hesapta olmayan amansız bir nüfuz çatışmasına kaynak oldu. Şöyle ki; Öğretmenler öğrenmenin merkezini öğrenciye bırakmak bir yana, öğrenme merkezinin çevresine adeta kale duvarı ördü. Arkalarına sistemi kulaktan dolma bilgilerle yeteri kadar tanımakta zorlanan yöneticileri ve velileri de aldılar. Buna karşılık çağın bilim ve teknoloji olanaklarıyla donanan ve bilginin kaynağına her ortamda ulaşabilen öğrenci kitlesi, bilinçli veya bilinçsiz öğrenmenin merkezine hücum etti, kale duvarı karşısında destek de bulamayınca geri çekilmek zorunda kaldı. Direnenler olsa da değişen bir şey olmadı… O günden bu yana okulları sevimli kılan değerler büyük hasar gördü. Öğretmenin öğrenciye güveni, öğrencinin de öğretmene güveni daha da azaldı. Eğitim ve öğretim anlatan öğretmenle dinlemekten sıkılan öğrenci arasında çatışmaya döndü.

Karşılaşılan problemlerin nedenini sistemde, öğretim programlarında, öğretmen yetersizliğinde, yönetmeliklerde, ders kitaplarında veya yöneticilerde görenlere katılmıyorum. Bana göre öğrencilerin okulu sevmemelerin asıl nedeni konuların öğrencilerin önüne, öğrencilerin sevmeyeceği biçimde servis edilmesidir.

1.  Öğrenciler dersler bağlamındaki bir konuyu; niçin, ne zaman, nerede, ne kadar sürede, kiminle ve nasıl öğreneceklerini bilmiyorlar, bu yüzden de hedeflerini tahmin üzerine kuruyorlar.

2.  Öğrenciler, kendi müfredatlarını kendileri yapamıyorlar.

3.  Ödevleri öğretmen belirliyor, öğrenci seçiyor; bu yöntem yeteneğini sergilemek yerine ders notunu yükseltme yarışına dönüyor.

4.  Yazılı sınav öncelerinde “şu konulardan şu konuya” ya da “şu sayfadan şu sayfaya” kadar sorumlusunuz deniyor. Sayfa ya da kazanım belirtilmediği için pek çok öğrenci hangi başlıklara öncelik vereceğini kestiremiyor.

5.  Proje üretmek, etkinlik düzenlemek, yarışmalara katılmak genellikle başarılı öğrencilerin tekelinde kalıyor.

6. Konular öğrencilerin önüne, öğrencilerin sevebileceği biçimde gelmiyor.

7.  Öğrenciler öğrenmeyi öğrenemiyor, öğrenmenin merkezine dâhil edilmiyor.

8.  Öğrenciye güven gerçek değerini bulmuyor.

9. Öğrenciler bilmekten doğan sevinci yaşamaktan uzak kalıyor.

10. Veli eğitim ve öğretime dâhil edilmiyor.

11. Öğrenciler evlerini okullarından daha çok seviyor.

(....) 

Yapılandırmacı öğretim gerçek anlamda uygulanırsa, okullarla ilgili tüm değerlerin sevimliliğini tekrar kazanacaklarına inanıyorum.

Bu görevi resmi okullardan beklemek haya olabilir, ama özel okullar için neden hayal olsun ki…