Anı, Temmuz 1985, Mekece/Pamukova

Mekece tepesindeki kayalar kırılarak oluşturulan alana kurulan ortaokulun bahçesi çok engebeliydi, kullanışsızcı. Kırık taş ve kayalardan oluşması nedeniyle düzeltilme olanağı da yoktu. Ama bahçenin ağaçlandırılması gerekiyordu. Durumu, köyün muhtarına durumu anlattım. Muhtar da “Anavatan Partisi il başkanı yakın dostumdur, istersen ona gidip isteyelim” dedi. Eğitimci olarak siyasilerle görüşmenin sıkıntı yaratabileceğini biliyordum, ama yapılacak işin önemi uğruna kabul ettim.

Keşif yapıldı. Sakarya nehri kenarındaki hazine arazisinden toprak taşınacaktı. Yüz elli kamyon yeter diye düşünmüştük, ancak üç yüz kırk kamyon toprak çekilince tamam diyebildim.

Köylülerin yardımıyla, toprak bahçe boyunca yayıldı, üzeri düzeltildi. Etrafına taştan istinat duvarı çekildi. Artık yeşillendirmek için her şey hazırdı.

Pamukova Orman bölge şefliğinden çam fidanı istedik. İstediğimiz kadar alabilecektik. Ancak çam fidanları o kadar küçüktü ki, gölgesinde oturmak için en az yirmi yıl beklemek gerekecekti. Onlardan az miktarda aldık, muhtelif yerlere diktik.

Öğretmenlerle değerlendirme yaparken, köyün ileri gelenlerinden Hatip Bey yaklaştı.

― Müdür, oğlum! Ben senin kaygını anlıyorum. Sana bir akıl vereceğim. Yıllar önce ben yaptım, tuttu, aynısını yaparsanız siz de tutturursunuz.

Ona doğru yaklaştım.

― Sizi dinliyorum Hatip Bey, buyurunuz!

― Bizim traktörü al, iri öğrencilerle şu çamlığa çık. Büyük çamların dibinde iki veya üç metrelik, bilek kalınlığında fidan çamlar vardır. Onları toprağıyla birlikte sökünüz. Ama pusulayla yönlerini işaretlemeyi unutmayınız. Bahçeye dikerken de aynı yönde dikmeye özen gösteriniz. Aksi halde tutmazlar. Emeğinizin karşılığını göreceksiniz.

Hatip Beyi büyük bir dikkatle dinledim. Söyledikleri aklıma yatıyordu. Yanımda Tarih öğretmeni ile Coğrafya öğretmeni vardı. Onlar da olumlu buldular.

Ertesi gün Hatip’in dediklerini yaptık. Yanımıza öğrenci de aldık. Traktörü tarih öğretmenimiz kullandı. En kısası üç metre boyunda tam on adet çam fidanını çıkardık, bahçenin uygun yerlerine diktik.

Aradan altı ay geçti. Çamların dokuzu tuttu, onuncu çamın yaprakları sararmaya başladı. Başarmıştık.

1997 Ağustos’unda müdürlükten istifa edip İstanbul’a taşınırken aklım fikrim hep çamlarda kaldı. Ne iyi ettik diye düşündüm. Aradan geçen on bir yıl hep çamlarla birlikte okul bahçesini hayal ettim. Nihayet yaz tatilinde Mekece’ye gittim. Çamlar çok büyümüştü, okul müdürü arkadaşım çamlar arasına yaptırdıkları kamelyada çay içiyorlardı. Hasretle kucaklaştık.

 

 

 

EĞİTİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

 

Uygulanan eğitim modelleri ve alınan önlemler konusunda önce velileri bilgilendirmeliyiz. Çünkü veliler iyi niyetle gösterdikleri tepkilerle, ders anlatmayı yazdırmakla eş tutan öğretmenlere pirim verdiklerinin farkında değiller. Kendi öğrencilik yıllarındaki uygulamaların aynısını görmek istiyorlar. O zamanki öğretmenlerin daha başarılı olduklarını iddia ediyorlar. Günümüzde eğitim ve öğretim standardının yükseldiğinden, eğitim modellerinin değiştiğinden haberleri olmasına rağmen, kendi öğrencilik yıllarının etkisinden kurtulamıyorlar. O yılları büyülü görmekten kendilerini alamıyorlar. Bilgiye ulaşmanın kolaylaştığını kabulleniyorlar, ancak “Eğer bilgiyi öğrenciler arayıp bulacaksa ve kendileri öğrenecekse, o zaman öğretmene ne gerek var” bile diyebiliyorlar.

1991-1996 yıllarında Kredili Ders Geçme Sistemi önce velilere anlatılarak ikna edilseydi, ondan sonra da öğrencilere anlatılsaydı, okullar olumsuzluklarla karşılaşmaz, kredili ders geçme sistemi kaldırılmazdı. Ders kitapları da öğretimin vazgeçilmez araçları olmayı sürdürürdü; velilerin okullara ve öğretmenlere yaklaşımları değişirdi, yeni bir veli anlayışı doğardı. Eğer bunu zamanında yapmış olsaydık şimdi en nitelikli kitapların hazırlanması en önceliklerimizin en başında olurdu.

Öğretmenlerimizin sınıf yönetimindeki zaafları tespit edilip çözümler üretilseydi; öğretmenler, parmakları yoruluncaya kadar öğrencilere not yazdırmazlardı; öğrenciler de, ya öğretmenlerinin gösterdiği yoldaki bilgiye ulaşırlardı ya da kitaplarına sarılırlardı. Defterler yazılı ve sözlü sınavların odağında kalamazdı.

2004 yılından sonra okullarımızda kademeli olarak okutulmaya başlanan ve halen okutulmakta olan ders kitaplarının mükemmel olduklarını söylemek mümkün değil, ama yapılan olumsuz eleştirileri hak edecek kadar kötü sayılmazlar. Zira kitaplardan kaynaklandığı sanılan veya öyle olduğu iddia edilen gerçek problem, öğrenci merkezli eğitim modeli konusunda öğretmenlerimizin yeteri kadar ikna edilememeleri, bunun sonunda da öğretmenlerimizin öğretmen merkezli eğitimden bir türlü vazgeçmemeleri, dolayısıyla da akademik bilgi içermeyen ders kitaplarına soğuk yaklaşmaları sonucunu doğurdu. Öğrencilerimizin de benzer nedenlerle ders kitaplarından uzaklaşmaları, hazır bilgi ve yorumlarla zenginleştirilmiş yardımcı kitaplara dört elle sarılmalarıdır. Bu yardımcı kitaplar, aynı zamanda öğretmenlerin de can simidi oldu, öğretmen kılavuzlarının dolaplara hapsedilmesine neden oldu.

Kitapların yerini defterlerin almasında kalabalık sınıflarımızın büyük rolü olduğunu da görmeliyiz. Nitekim öğrencilerimiz çoğunlukla üçerli oturmakta. Biri taburede olmak üzere dörderli oturtmak zorunda kalan okullar da var. Durum böyle olunca sıraların üstü defterler için bile az geliyor, kitapları koyacak yer kalmıyor. Bu durumda kitapsız ders yapmak kaçınılmaz oluyor. Darlığın farkında olan öğretmen de çoğu kez kitap kontrolü yapmıyor, kitaba bağlı ders önemini yitiriyor, bir süre sonra da öğrenciler kitap var mı yok mu unutuyorlar.

 

Okullarımızdaki fiziki koşullar böyle olunca, ister istemez ders kitapları gözden düşüyor, önceliği kalmıyor. Sözlerimden ders kitaplarıyla ilgili çalışmaların ertelenmesi gibi bir anlam çıkarılmasın. Derslerde kitabın vazgeçilmezliğini ve daha da çok işlerliğini sağlayacak önlemlere dikkat çekmek istiyorum. Çalışmalar, hem kitapların hazırlanması hem de derslerdeki etkinliğinin sağlanması yönünde yoğunlaştırılmalı. Çünkü her iki konu birbirini tamamlıyor, eğer biri yoksa ötekinin değeri kalmıyor.

 

Çözüm Yolları

1. Okul sıralarımız üçlü veya dörtlü oturan öğrencilerin hem defterlerini hem kitaplarını açmalarına yetecek kadar büyük değil. Bu yüzden defter ve kitapların birleştirilmesi büyük yarar sağlar.

Ders kitaplarında öyle bir sayfa düzeni yapılmalı ki, öğrenciler sıraların üstünde ayrıca defter açmak zorunda kalmamalı. Sınıf içinde ve sınıf dışında yapılacak tüm çalışmalar için kitaplarda yeteri kadar boş alan bırakılmalı. Kitapların çok kabarık olması durumunda, kitaplar ikiye bölünmeli, yani, birinci ve ikinci dönem için ayrı kitap olmalı.

Bana göre en uygun yöntem; bazı özel okullarda başarıyla uygulandığı gibi haftalık fasiküller halinde dağıtılması. En azından Türkçe, Türk Edebiyatı, Dil ve Anlatım derslerinde pilot uygulama yapılmalı. Uygulayan okulların deneyimlerinden ve dokümanlarından yararlanılmalı. Çok etkili ve yararlı olduğuna bizzat tanık oldum. Özellikle sınıf yönetiminde sorun yaşayan öğretmenler için kesin çözüm diyorum.

2. Öğretmen kılavuzları yeniden ve farklı bir anlayışla hazırlanmalı. Ders kitabının ikinci planda kaldığı, ders notu yazdırmanın önem kazandığı bir öğretim ortamında; öğretmenlerin, mevcut öğretmen kılavuzundan yararlanabileceği düşünülebilir mi? Yeni hazırlanacak öğretmen kılavuzları kesinlikle tek kitap biçiminde değil; haftalık fasiküller biçiminde, toplam 36 fasikülden oluşan bir paket halinde öğretmenlere sunulmalı. Kılavuz fasikülüyle derse giren öğretmen ayrıca ders kitabına, ajandaya, ders planına gerek duymaz.

Öğretmen kılavuzlarının içeriği zenginleştirilmeli; her sayfasında öğretmenlere öğüt vermek yerine, öğretmenlerin yardımcı kitaplara olan bağımlılığına son verecek bir nitelik kazandırılmalı.

Bu şekilde hazırlanacak bir öğretmen kılavuzu, zenginleştirilmiş veya senaryolaştırılmış ders planı ihtiyacını ortadan kaldırır.

3. Yapılandırmacı öğretim modeli, diğer adıyla öğrenci merkezli öğretim (ÖME), öncelik sırasına göre; okul yöneticilerine, öğretmenlere, velilere ve öğrencilere hem anlatılmalı hem ikna edilmeli ki; öğrenci merkezli eğitime bakışları ve yaklaşımları değişsin. Ancak, yıllardır uygulanmakta olan eğitmenler yoluyla tanıtım yapılmamalı, zira eğitmenlerin verdiği eğitimler bugüne kadar beklenen sonucu vermedi, vermiyor... Hizmet içi eğitim seminerleri ise bireysellikten öteye geçemiyor. Yani sadece katılan öğretmenler için bir anlam taşıyor…

Uzaktan eğitim yöntemleri de etkili olmuyor. Çünkü sadece görmek, dinlemek ve izlemek; eğer uygulamak için yeterli olsaydı; sürücü kurslarında her şey sınıfta öğretilir ve direksiyon uygulamasına gerek kalmazdı.

Dolayısıyla ÖME eğitiminde öğretmenler için farklı bir yöntem kaçınılmazdır. Örneğin, öğrenci merkezli eğitimle ilgili ayrıntılar elektronik ortamda okullara gönderilir, ilçelerde veya okullarda okul müdürlerinin bilgisi altında zümre başkanları veya eğitim koordinatörlerinin sorumluluğunda uygulamalı eğitim yaptırılır. Bakanlığın pilot okullarda hazırlattığı videolardan da yararlanılır, ancak daha çok bizzat kendi okullarında, deneme sırasında çekilen videolar üzerinde değerlendirmeler yapılır. Böylece her okul kendi kendine sınama-yanılma yönteminin önünü açar. Birbirine yakın okullar arasında ortak çalışma ve paylaşım yapılır.

4. Okullarda belli bir konuya bağlı olarak sınıf yönetimi çok önemlidir. Bu bakımdan ‘konu' öğrencilere sunulmadan önce, her öğretmen kendine, “Bu derste; ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım, hangi örneklerden yararlanmalıyım, hangi alıştırmaları yapmalıyım ya da yaptırmalıyım, hangi ödevi vermeliyim?” sorularını sorması ve karşılıklarını hazırlaması gerekir.

Bunun için tüm öğretmenler için senaryolaştırılmış veya zenginleştirilmiş ders planı hazırlamalıdır. Başka bir deyişle, dersin konusuna bağlı olarak her öğretmenin sınıfı nasıl yönetileceğini önceden tasarlaması sağlanmalıdır.

Geçmiş yıllar gösterdi ki; öğretmen merkezli eğitimden kaynaklanan bir nedenle öğretmenlerimizde plan alışkanlığı oluşmadı.

Bu yüzden deneyimli ve yetenekli eğitimcilere zenginleştirilmiş ders planları hazırlatılmalı ve öğretmenlere 36 haftaya yayılarak tek tek sunulmalı. Bu planları öğretmenlerin yapmasını istemek veya onlardan beklemek gibi bir yanlışlığa tekrar düşülmemeli. Bazılarının iddia ettiği gibi, zenginleştirilmiş planların öğretmenleri kalıp içine sokacağı, onların sınıf içindeki özgürlüklerine müdahale edileceği yanlışlığına düşülmemeli. Bu doğru bir saptama değil! Nasıl ki, bir binanın projesini mimar çiziyor, mühendis yapı sorumluluğunu üstleniyor, usta inşa ediyorsa; aynı sistem milli eğitimimiz için de geçerli olmalı: Planları deneyimli ve bilgili eğitimcilerden oluşan bir kurul hazırlamalı, öğretmenler sorumlu olmalı, öğrenciler uygulamalı…

Bu amaçla deneyimli ve yetenekli öğretmenlerden planlama ve düzenleme kurulları oluşturulmalı. Başarılarıyla iz bırakmış emekli öğretmenlerden yararlanılmalı.

Hiçbir öğretmen zenginleştirilmiş veya senaryolaştırılmış bir ders planına “hayır" demez. Tam tersine, kendilerine sunulan ders planlarını aşmanın, daha iyisini yapmanın ve uygulamanın özentisi içinde olur…

Burada aklınıza şu soru gelebilir: Emin misin? Ya o planları dikkate almazlarsa?

Bu tür sorular işi yokuşa sürmek isteyenlere aittir. Sayılarının çok olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki, bu soruları soranlar, daha iyi ve daha özgün bir plan yaptıklarında, “İlle de benim verdiğimi uygula!” diyen mi olacak?

Senaryolaştırılmış ders planları öğretmenlerin özgürlüğüne müdahale etmek değil, tam tersine, onların öğretmenliği sanata dönüştürmelerine katkı sağlamaktır…

5. Öğretmenlere mutlaka rehberlik yapılmalıdır. Bu konuda büyük bir boşluk var. Okul müdürlerinin, yönetimle ilgili işleri bütün zamanlarını alıyor. Öğretmenlere branşları bazında zaman ayırmaları neredeyse hiç mümkün olmuyor. Örneğin, yönetmelik gereği öğretmenlerin her yıl en az iki kez derslerini dinlemeleri gerektiği halde, bunu gerçekleştirebilen müdür sayısı yok denecek kadar azdır. Aksi olsa bile akademik başarıya katkı sağlayıp sağlamadığı da ortada…

Öğretmenlere branş anlamında yapılacak rehberlik, var olan bakanlık müfettişleriyle değil; ilçe milli eğitim müdürlüklerinde, okul müdürlerinin önerisi ile bir öğretim yılı için öğretmenlerden seçilen, ilçe ve il makamı tarafından onaylanan eğitim sorumluları tarafından yapılmalı. Eğitim sorumluları öncelikle okul müdürlerine karşı akademik başarıdan sorumlu olmalı ve her yıl yeniden seçilmeli. Çok başarılı olanlar, belli sayıdaki okul müdürünün oyuyla tekrar aday gösterilebilmeli.

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım sorunların çözülmesi, aynı zamanda, son günlerde akıllı tahtaların yaygınlaşmasına paralel olarak gelişen EKRAN MERKEZLİ EĞİTİM tehlikesinin hızını yavaşlatacak, bu anlamda olası yeni sorunların önünü kesecektir.