ÖĞRENCİ ÖDEVLERİNDEKİ KISIR DÖNGÜ
Okullarımızda
çözümlenmesi gereken en önemli ve en öncelikli sorunlardan biri de
ödev konusudur. Bu konuda hem alışageldiğimiz anlayışı hem de ödeve
bakış açımızı değiştirmeliyiz. Böyle bırakmak da yasaklamak da çözüm
olmadı. Gerçekçi bir yaklaşım kaçınılmaz. Geldiğimiz noktada çözümü
öğretmenden beklemenin de çözüm olmayacağını düşünüyorum.
Ödev konusu çok
hassas bir konu, siyasi otoritenin işi çok zor! Çünkü
eğitimcilerimizin ödev konusunda çok farklı yaklaşımları var.
Uygulananlar da göstermelikten öteye geçmiyor. Henüz siyasi
otoritenin takdirlerine somut bir örnek sunulmuş değil. Sürekli var
olanı eleştirmek çözüm üretmeyle eş tutulamaz. En iddialı
eğitimcilerimizin bile, öğretmenlerimizin ödev konusunda
eğitilmeleri gerektiğini iddia etmelerine türlü anlam veremiyorum.
Dinlenme
tatillerinde ödev verilmesini yasaklayan bir genelgeler
yayınlanıyor. Bu kararın günü kurtarma amacıyla söylendiğini
düşünüyorum. Çünkü tatil dönemleri için verilen ödevleri yasaklama
kalıcı çözüm olamaz. Ödev veliler ikna edilmediği sürece, öğretmenin
ödev vermesini de durduramaz. Çünkü MEB ile aynı görüşte olmayan
bazı veliler, her fırsatta neden ödev verilmediğini soruyorlar.
Geçmiş yıllarda
daha, tatilin ikinci gününde, gazeteler “Bakan Avcı'dan öğrencilere
ödev 'baskını'” başlıklı haber çıkıyor. Yazının devamında, "Bir
restoranın çocuk oyun odasında ödev yapan öğrencileri gören Milli
Eğitim Bakanı Nabi Avcı, İl Milli Eğitim Müdürlüğünü arayıp "Ödev
Verilmesin" genelgesine uymayan okulların soruşturulması talimatını
verdi.” (28.01.2016,
Radikal)
Bütün bunlar bir
yana, okullarımızda ödev konusunun görünmeyen, daha doğrusu gölgede
kalan bir boyutu var, ödev kısır bir döngüye dönmüş durumda.
Bu döngüde
öğretmenlerimizin günahı olduğunu düşünenlere katılmıyorum.
Öğretmenler gerçek çözümün ne olduğunun bilincindeler. Fakat
istemsiz yaşadıkları müzminleşmiş sorunlar karşısında yalnız
kalınca, ürettiği çözümler değer görmeyince, kendilerini ödev kısır
döngüsünün içinde buluyorlar. Bu döngü hem nitelikli öğretimi
gölgede bırakıyor, hem de öğretmen-öğrenci, öğretmen-veli,
öğretmen-okul arasındaki diyaloga onarılması güç zararlar veriyor.
Döngü şöyle
başlıyor:
Anne ve babaların
pek çoğu çocuklarına, boş gördükleri her fırsatta ders çalışmaları,
ödev yapmaları konusunda uyarıda bulunuyorlar. Bu uyarılara
öğrencilerin yanıtları hazırdır:
"Ödev yok ki, öğretmen ödev vermedi ki, neye çalışayım?"
Anne veya baba
ikinci hamlesini yapar: “Defterlerin-kitapların
ne güne duruyor, onlara çalış!”
Öğrenci bu kez de,
“Öğretmen hep anlatıyor,
yazdırdığı zaman da çok hızlı geçiyor, yetişemiyorum. Kitaplarda da
hep soru var, cevaplarını nereden bulayım? İnternete de izin
vermiyorsunuz, neye çalışayım?”
Bu ve benzer
yanıtlar karşısında çaresiz kalan velilerin bazıları çocuğuna
inanmıyor, işine öyle geldiği için, sorumluluğu üzerlerinden atmak
için kendilerini savunduklarını düşünüyor. Ancak çocuğunun savunma
amaçlı söylemediği inancında olan pek çok veli öfkeyle öğrencinin
defterlerini karıştırıyor, yazılı sayfaların az, ödev konularının
yetersiz olduğunu görünce çocuğuna hak veriyor, soluğu okulda
alıyor. Yöneticiler karşısında öğretmeni yerden yere vuruyor,
öğretmenliğini tartışmaya kadar götürüyor. İstanbul’da saygın bir
lisenin birinde, bir veli matematik öğretmeni için, “Bu
öğretmenin ödev vermekten aciz, verdiği ödevleri kendisi bile
yapamıyor, dört işlemden bile haberi yok!” deme cüretini
gösterebiliyor. Bununla da kalmıyorlar, bulundukları her ortamda
eğitim sistemini, okul yöneticilerini, öğretmenleri eleştiriyorlar;
öğrencilik yıllarındaki öğretmenleri yere göğe sığdıramıyorlar;
şimdiki öğretmenleri bilgisizlikle, beceriksizlikle suçluyorlar…
Bu tür veliler
karşısında bilinçli öneticiler gülüp geçiyor. Ancak pek çok yönetici
veliyi gönderdikten sonra ilgili öğretmeni çağırıyor, ödev konusunda
görüş alışverişi yapıyor, bazı önerilerde bulunuyor. Bazıları resmi
yazıyla uyarıyor, bazıları da kırıcı sözlerle öğretmenleri üzüyor.
Böyle yönetici ve
velilerle karşılaşan öğretmenler ne yapabilir?
Öğretmenleri
duyarsız kaldığı söylenemez. Uyguladığı yöntemi kendisi de
beğenmese, akla hayale gelmedik ödevler veriyor. Yüzeysel ödev
kontrolü yapıyor, geribildirime zaman ayıramıyor.
Çünkü öğretmen, veli ve
yöneticilerin tepkileri sonunda gerçeği görüyor: Sık ve
yoğunlaştırılmış ödev veren öğretmenler el üstünde tutuluyor,
verdikleri ödevin niteliği, geribildirimi önemli olmuyor, daha çok
sayısı oranında takdir görüyorlar. Sadece yöneticilerin değil,
velilerin de baş tacı oluyorlar.
Buna karşılık az
ve nitelikli ödev veren, verdikleri her ödev için geribildirim yapan
öğretmenler takdir görmek bir yana, öteleniyor. Başarılı olsalar da,
öğrencilerinin notları iyi olsa da, hatta diğer sınıflardan daha
yüksek olsa da, veli ve bazı yöneticileri ikna etmeye yetmiyor.
Öğretmen asıl
yapması gerekeni değil, veli ve öğrenciler nasıl istiyorsa onu
yapıyor.
Yararlılığına
inanmadığı halde, geribildirim yapamayacağını bildiği halde;
başlıyor ödev bombardımanına… Çareyi her gün, her hafta ödev
vermekte buluyor. Dolayısıyla kırmızı kalemle işaretleyerek yaptığı
sıradan ödev kontrolleriyle yetinmek zorunda kalıyor, gerekli
incelemeyi yapamıyor, değerlendiremiyor, zaten başarılı birkaç
öğrenci dışında geribildirim yapacak zamanı olmuyor… Öğretmendeki bu
boşluğu gören öğrencilerin çoğunluğu da, birkaç hafta içinde ödev
yapmaz oluyor. Bu kez öğretmen öğrencilerine veryansın ediyor.
Sorunun
kendisinden kaynaklandığını kimseyle tartışamıyor; kimle, nasıl
tartışsın ki…
Olay burada
bitmiyor!
Öğretmenler
yöneticiler karşısına ya da rehberlik biriminin karşısına sık sık
ödev verdiğini kanıtlarcasına, ödev yapmayan öğrenci listeleriyle
çıkıyorlar.
Veliler karşısında
ise onlardan intikam alırcasına baskın olmak istiyorlar,
yöneticilerden ve rehberlik uzmanlarından aldıkları destekle ödev
yapmayan öğrencilerin velilerini okula davet ediyorlar. Çocukların
ödev yapmadıklarından, kitap defter taşımadıklarından yakınıyorlar.
Her fırsatta öğretmenleri şikâyet etmeye alışan veliler, bu kez
öğretmenin söyledikleriyle neye uğradıklarını şaşırıyorlar,
çarpılmışa dönüyorlar… Bir süre sonra da öğretmen yakınmalarından
kaçış başlıyor, okuldan uzaklaşıyorlar. Başarılı öğrencilerin
velileri dışında, toplantılara gelmez oluyorlar.
Saygın bir özel
okulda tanık olduğum şu olay beni çok üzmüştü: Deneyimli rehberlik
uzmanı arkadaşım gözümün önünde, öğrencilerinin ödev yapmadığından
yakınan bir öğretmene, “Derhal velilerini çağır, onlarla görüşelim”
dedi. Veliyle görüşme isteği neyin nesiydi? Ödevi yapmayan öğrenci,
onunla görüşülmez miydi? Genç rehberlik uzmanlarından benzer
uyarılar çok duymuştum, ancak alanın deneyimli ve birikimli birinden
böyle bir tepki beklemiyordum.
Konu bununla
noktalanmıyor, okula gelmeyen velilerin yerini bir süre sonra başka
veliler dolduruyor. Aynı yakınmalar, aynı şikâyetler, aynı
savunmalar dönemden döneme, öğretim yılından öğretim yılına devam
edip gidiyor…
Velhasıl ödev
konusundaki bu kısır döngü öğretimin önüne set çekmekle kalmıyor;
nitelikli öğretimin üstünü örtüyor, öğretmen ve öğrenci
motivasyonuna hasar veriyor. En büyük darbeyi de öğretmen-öğrenci
diyaloğuna vuruyor.
Milli Eğitim de
günü kurtarmak amacıyla tatilde ödev vermeyi yasaklıyor!
Çözüm bu mu?
Ne söyleyeyim ki?