Sınıf Yönetiminden Kesitler 9 (Eğitim Anıları)
SEYYANEN NOT VERİLİR Mİ?
(2007-2008 Öğretim yılı, İstanbul)
Öğretim yılının son günleriydi. Öğretmenler
odasında otururken beden eğitimi öğretmeni elinde iki çayla geldi.
Çayın birini bana ikram ettikten sonra yanımdaki koltuğa oturdu.
“Hocam, bugün öğrencilerle karne sohbeti yaparken edebiyat notlarıyla
ilgili iddiaya girdik. Karnelerindeki birkaç puanlık farklarından
dolayı, “Ben daha başarılıyım, sen daha tembelsin, şampiyon olmasaydık o
notları hayalinde göremezdin”, gibi şaka yollu sataşmalar havada uçuşuyordu.
Ben de şaka yollu, “Bedava notlarla
havaya fazla uçmayınız, size yakışmıyor, düşersiniz”, dedim.
Bir anda önümde dikildiler, “Hocam
bu kez yanılıyorsunuz, alın terimizle hak ettik” dediler.
Bunun üzerine, “Hangi dersten nasıl not aldığınızı biliyorum” deyince, edebiyat
dersinden bedava not almadıklarını vurguladılar. Anlamamakta
direnmem üzerine biraz daha yaklaştılar, etrafımı sardılar. Üst üste yeminler
etmeye başladılar. İnanmamakta direndikçe yeminlerin dozunu
artırdılar.
Kaptan önüme geldi, “İddiaya
var mısınız?” dedi. Bunun ne iddiası olduğunu sordum, onlar Türk
Dili ve Edebiyatı notlarını alın teriyle ve tek tek sınava girerek aldıklarını
söylediler. Ben de yazılı sınav filan yapılmadığını tekrarlayınca,
iddiayı ciddileştirdiler. Kaybedersem yirmisine yemek
ısmarlayacaktım. Oysa onlar kaybederse sadece bana
ısmarlayacaklardı. Riski fark edince inanmış gibi yapmama rağmen
iddiadan vazgeçmediler.
Aslında benim de kafamdaki kuşku tam olarak
silinmiş değildi. Cebimden telefonu çıkardım, sporcuların notlarını
organize eden müdür yardımcısını aradım. Konuyu açıkladım,
öğrencilerle iddiaya girdiğimi de söyledim. Müdür yardımcısı biraz
beklememi istedi, sonra elindeki listede diğer ders notları olduğu
halde sadece edebiyat notlarının olmadığını söyledi. Türk Dili ve
Edebiyatı öğretmeniyle görüşmemi istedi.
İnada bindi ya… Sorduklarım üçüncü kattaki
öğretmenler odasında olduğunuzu söylediler. Merdivenlerden koşar
adımlarla çıktım. Kapıdan baktım, buradaydınız. Çay ocağından iki
çay alıp yanınıza geldim. Çocuklar doğru mu söylüyorlar, yoksa
uyduruyorlar mı, bunu bilmek istiyorum. Kerataların alın teriyle
aldıklarını iddia ettikleri notların gerçekten bir hikâyesi var mı?”
Beden eğitimi öğretmenine öğrencilerin haklı
olduğunu, doğru söylediklerini belirttikten sonra, onun da ima
ettiği hikâye şöyleydi:
Müdür yardımcısı Türkiye şampiyonu olan basketçi öğrencilerin listesini
verdikten sonra ona hiçbir şey söylemedim. Çünkü biliyordum ki,
diğer öğretmenler yazılı falan yapmadan seyyanen her öğrenciye
takdir edecekleri notu vereceklerdi.
Müdür yardımcısı öğretmenler odasından çıkar
çıkmaz uygulamanın dedikodusu başladı. Herkes daha önce çalıştıkları
okullardan örnekler verdiler. Hem kendilerinin hem de müdür
yardımcısının yaptığının yanlış olduğuna dair eleştiriler bitmek
bilmedi. Ben onlar gibi düşünmüyordum. Listedeki öğrenciler yıl
içinde dersime hiç gelmemiş olsalar da bazılarını tanıyordum.
Tanıdığım öğrenciler aracılığıyla toplam yirmi öğrenciyi boş bir sınıfta
toplandım. Onlara dedim ki, Arkadaşlar, bu şekilde edebiyat notu
vermeyi kendime yediremiyorum. Meslek onurumu yere sermek gibi
geliyor bana… Kara bir leke olarak aklımdan çıkmayacak. Biliyorum,
sporda çok başarılısınız, okula Türkiye şampiyonluğu kazandırdınız.
Belki dünya şampiyonu da olacaksınız. Sizlerden bir ricada bulunmak
istiyorum, hem sizin için övünç vesilesi olacak hem de beni böyle
bir yanlış yapmaktan uzaklaştıracak.
“Tabi ki hocam, rica da ne demek…” dediler.
Kendileri için hem genel kültürlerine hem de
edebiyat bilgilerine katkı sağlayacağına inandığım 25 kazanım
seçtim. Bu kazanımları kavramak için bir hafta süre vereceğimi,
sürenin sonunda kendilerini yine aynı sınıfta sözlü olarak
dinleyeceğimi, doğru açıklanan her kazanım karşılığında 4 puan
alacaklarını ve son olarak da alacakları toplam puanı yazılı sınava
dönüştüreceğimi söyledim. Kazanımlarla ilgili örnekler gösterdim.
Birbirine baktılar, memnuniyetlerini davranışlarıyla belli ettiler.
Kaptan yanıma geldi, “Kazanımların
tamamını doğru anlatırsam 100 verecek misiniz?” dedi. Hiç
tereddüt etmeden en doğal hakları olacağını belirttim.
Her birine fotokopiyle çoğalttığım kazanım
listelerini verdim. Listedeki kazanımların sağ yanlarında
yararlanabilecekleri kaynaklar da yazılıydı. Hatta kaynaklardaki sayfa
numaralarını bile eklemiştim. Büyük bir coşkuyla yanımdan
ayrıldılar.
Bir hafta sonra yine cumartesi günü sözleştiğimiz
sınıfta toplandık. Cumartesi günleri dersimiz olmuyordu. Yeteri
kadar zamanımız vardı.
Kazanımlar arasında beş adet joker hakkı tanıdım.
Yani 25 kazanımdan iyi kavrayamadıkları 5 kazanıma yaptığım puan
takdirini düşük bulurlarsa pas geçebileceklerdi. Bu durumda her
kazanımın puan değeri de 5 puan oldu. Tek tek kürsüye davet ettim.
Kısa süreli de olsa dışarı çıkmak isteyenlere izin vermedim. Ancak
her 40 dakikada 10 dakika ara verdik.
Birinci sıradaki kazanımı tüm öğrenciler tek tek
açıkladıktan sonra ikinci kazanıma geçtik. İkinci kazanıma ikinci
öğrenciden, üçüncü kazanıma üçüncü öğrenciden başlayarak 20.
kazanıma kadar dönüşüm
yaptık, böylece eşitlik sağladık.
Kazanımı anlatıp anında puan almak çok
hoşlarına gitti. “Bütün
derslerde de böyle yapılsa ne iyi olurdu” biçiminde dileklerde
bulundular. Benim için önemli olan, aynı kazanımla ilgili
açıklamaları peş peşe yirmi kez dinlemiş olmalarıydı. Çok centilmen
davrandılar, birbirlerini sabırla dinlediler.
Çalışmamız o gün öğleden sonraya kadar devam
etti. Öğrencilerin çoğunluğu 100 puanı tamamladı. Hatta takım
kaptanı tüm kazanımlara doğru açıklama yaparak 125 puana ulaştı. 85
puanın altında kalanlar yeniden anlatmak isteyince, hazırlanmaları
için pazartesi gününe kadar süre verdim. Kabul ettiler. Nihayet
onlar da 95 ile 100 arasında puana ulaştılar.
Sözlü anlatımlar tamamlandıktan sonra öğrencileri
yine aynı sınıfa davet ettim. Her birinin eline boş yazılı kâğıdı
verdim. Kâğıtta, tüm öğrencilerin tam puan aldığı beş kazanımın
soruya dönüştürülmüş sürümü vardı. Her sorunun sonunda puan
değerleriyle ilgili açıklamalar yer alıyordu.
Sözlü anlatımda hak ettikleri puan kadar soruya
yanıt vermeleri gerekiyordu. Fazlasını yazanların yazılı kâğıdını
iade edeceğim ve yeniden yazmak zorunda kalacakları konusunda
uyardım. Sınıftan çıktım,
takım kaptanından, yazılı kâğıtlarını topladıktan sonra öğretmenler
odasına getirmesini istedim. Yaklaşık on beş dakika sonra yazılı
kâğıtları geldi. Kısa zamanda değerlendirdim, notları e-okula
girdikten sonra yazılı kâğıtlarını diğer öğrencilerin yazılıları
arasına koydum.
Öyle mutlu oldular ki, yaşamları boyunca
belleklerinde tatlı bir anı olarak saklayacakları geçti aklımdan.
Beden eğitimi öğretmeni bir çırpıda elimi tutup
havaya kaldırdı, “Vallahi
hocam tebrik ediyorum” dedikten sonra, “Ben
bu eli öperim” dedi, ayağa kalktı. Kapıya yöneldi, tam kapıdan
çıkacaktı ki, geri döndü, “Yemeğe
siz de davetlisiniz” dedi.
Daha sonraki günlerde ne zaman beden eğitim
hocasıyla karşılaşsam, her defasında takımdan selam getirdi.
Aradan on yıldan fazla zaman geçmişti. Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, İstanbul Güneşli Kültür Merkezinde yaptığı Eğitimde İstanbul Buluşması toplantısına katılmıştım (8 Aralık 2018). Trafik nedeniyle biraz geç kaldığım için oturacak yer yoktu. Bakan beyle yüz yüze gelirim düşüncesiyle ön sıralara doğru yürüdüm. Yer bulamazsam aradaki basamaklara oturmayı düşünüyordum. Gözlerimle sağda solda boş koltuk ararken birisi “Hocam, Hocam!” diye seslenmeye başladı, eliyle de “Gel” işareti yapıyordu. Baktım, tanıyamadım, tereddüt ettim. Adımla da seslenince tereddüt kalmadı. Beni karşıladı. “Hocam beni tanımadınız mı”, diye sordu. Tanımam mümkün değildi. Başkaları için ayırdıkları koltukların birini bana verdi. Kendini yıllar önce yaptığımız sınavdan hareketle tanıttı. O sınavı unutamadığını, Marmara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesini kazandığını, oradan mezun olduğunu, özel bir lisede beden eğitim öğretmenliği yaptığını, fakültedeyken hocalarına gururla anlattığını söyledi.
Nereden nereye… Toplantıya ara verildiği zaman ve toplantı sonunda hep okul günlerinden konuştuk.
Başlangıçta sıradan bir olay olan bu uygulama, öğrencimle karşılaştıktan sonra benim hafızamda da unutulmayan anılar arasına kaydedilmiş oldu.
Not_: Bu olay belleğimde sessiz sedasız duruyordu. Bir gün yazarım diye hep zaman zaman anımsadığım oluyordu. Fakat Milli Eğitim Bakanlığının sınavlarla ilgili kararını öğrenince şaşırdım. Koşullar ne olursa olsun hiçbir zaman öğrenciye "Bu sınava istersen katıl istemezsen katılma" gibi bir duyuru yapılmasını doğru bulmam. Bunda, öğrenciyi öğrenmeye isteklendiren veya yönlendiren bir anlam çıkarmak mümkün mü? Çözüm üretememenin bundan daha açık göstergesi olamaz.