ÖRGÜN ÖĞRETİM İÇİN BİR İHTİMAL DAHA VAR!
SİZCE DE VAR MI?
ÖRGÜN ÖĞRETİM, bir konuyu; aynı
sınıfta, aynı öğrencilere, aynı sürede, aynı kaynaklardan, aynı
yöntemle aktarma olayı olamaz. Çünkü her öğrencinin öğrenme süreci,
öğrenme biçimi, öğrenme yöntemi farklıdır.
Buna rağmen
alandaki eğitim ve öğretimimiz; “…bir
doktor o gün gelen hastaların tümüne aynı ilacı verse ne olurdu?
Benzetmek gerekirse okullarımızda yapılan tam da bu"
1996’da Ders Geçme
(Kredili) sistem kaldırılıp yerine tekrar Sınıf Geçme Sistemi
getirilince bireysel çözüm arayışım başladı.
Özetin özeti:
*
Edebiyat öğretmeni meslektaşım,
“Allah aşkına, bu çocuklara dilbilgisini nasıl öğrettiniz?
Yönteminizi bize de anlatın! Hangi konuyu anlatsam, “Bunu biliyoruz"
diyorlar. Sorunca da, hep senin öğrettiğini söylüyorlar.”
*
Bir öğrencimin, “Hocam! Sizin
yüzünüzden her sabah eşimden azar işitiyorum”. Meğerki gazete
başlıklarını okurken kahvaltı masasına geç oturuyormuş, beklemekten
sıkılan eşi ve çocukları da onu azarlıyormuş. (Doğal okuma
alışkanlığı)
*
Savunmamı almaya gelen bakanlık
müfettişinin, 65 öğretmenimiz karşısında yaptığı konuşmasını şu
sözlerde bitirdi: “Bundan sonra yönetmelikleri aynen uygulayanlara
değil, onları öğrenci lehine yorumlayanlara öğretmen diyeceğim. Bu
uygulamayı da her gittiğim yerde örnek olarak anlatacağım” sözlerine
kaynak olan uygulamaları gereğinden fazla büyütmüş olabilirim!
*
Müdür başyardımcım telefonda, “Çabuk
okula gel!”. Okulda, “Edebiyat bölümü çöktü. Kıymetini emekli
olduktan sonra anladık. Özelden aldığın maaşın fazlasını veriyoruz!
Buraya gel!
*
Bir veli, “Başka sabahlar kaldırmakta
zorlandığım bizimki, sizin dersiniz olduğu günler ‘Yaşasın! Bugün
edebiyat var!’ diyerek fırlayıp kalkıyor.
*
Sözelde Türkiye üçüncüsü olan
öğrencim, mezuniyet töreninde yaptığı konuşmasında, “Sefer
hocam, benden bu başarıyı siz bile beklemiyordunuz. İtiraf ediyorum,
bu başarıyı yine de size borçluyum.”
*
Göktürk Yazıtları maketini inceleyen
bir veli, “Bunları yıllardır öğretmeye çalıştılar,
ancak şimdi öğrendiğimi söyleyebilirim.”
*
Yazı tahtası önünde sahnelenmesi için
yazdığım edebiyat oyunlarından birkaçını izleme şansı olan bir veli,
“Ne güzel edebiyatımız varmış, bu kadar güzel anlatılmadı.”
*
Öğretmenler Gününde yaşattığım bir
dersin heyecanıyla öğretmen olmaya karar veren okul birincisi
öğrencimizi tıp tercihine zor ikna ettik.
* Öğretmenin doğum iznine ayrılması nedeniyle girdiğim sayısal ağırlıklı sınıfta, Türkçe ve Edebiyat sorularına karşı olan öğrencilerin dirençlerini birkaç hafta içinde kırdım. Çünkü Türkçe soru kökleri için gereken paragraf ve cümleleri Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik kitaplarındaki metinlerden seçtim. O kadar çok olumlu ve yararlı buldular ki, gece-gündüz soru yazmak zorunda
*
Millî Eğitim Bakanlığı, Atatürk
Araştırma Merkezi ve Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi ortaklığıyla
Antalya'da düzenlenen "Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Eğitimde Kademeler Arası Geçiş ve
Yeni Modeller Uluslararası Kongre’de sunduğum “Ortaöğretime Geçiş Okulu” adlı bildiri için MEB yetkilisi “Bunu
mutlaka gündeme alacağız” demişti. (Ocak 2014)
*
Öğretim programları ve ders kitapları
Yapılandırmacı (Öğrenci Merkezli) öğretime göre hazırlandığı halde
Öğretmen Merkezli Öğretim bütün okullarımızda saltanatını
sürdürüyor. Görmezden gelinecek bir konu mu bu? Resmi okullar
yapmıyor, özel öğretim kurumlarının neyi eksik?
(…)
Tüm bu uygulamalarımdan ve yaşadıklarımdan sonra, eğitim ve öğretimi fiilen uygulayan biri öğretmen-yönetici olarak, öğretimin konuşulduğu yerlerde söz söylemeye kendimin de yetkili olduğumu düşündüm. Ayrıca "Eğitimci" sıfatını da hak ettiğimi düşünüyorum.
2003 yılında özel
öğretim kurumlarından birinin genel müdürü tüm resmi ve özel
okullara hem örneklik hem de önderlik etmek gibi bir hayalinin
olabileceğini düşündüm. Onların hamle seçeneklerine zenginlik
katabilirim. Bu düşünce, emekli olma kararımı doğrudan etkiledi.
Çünkü uzaktan gördüğüm kadarıyla özel okullar, marka değerlerine ek
olarak fiziki olanaklara, teknolojik donanıma ve ekonomik koşullara
sahipti. Öyle bir kurumda neler yapılmaz ki, neler üretilmezdi ki…
Oysa görev yaptığım resmi okulda, edebiyat derslerine renk ve
hareketlilik kazandırmak amacıyla yazdığım on dört edebiyat oyununu
salon yokluğu nedeniyle sınıfta, yazı tahtası önünde sahnelemek
zorunda kaldık.
Şimdi özel
okullarda geçen on dokuz yılın ardında anladım ki, eğitim
sistemimizdeki sorunların tahmin ettiklerimden çok farklı olduğunu
gördüm.
*
Nitekim ilk görev aldığım özel
okulda, fiilen denediğim ve çok başarılı bulduğum bazı uygulamaları
anlatırken, “Eski köye yeni adet getirme” uyarısıyla karşılaştım.
(2003)
*
İkinci görev aldığım kurumda,
edebiyat bölümünün başarı ivmesini anlattığım raporu genel müdürlüğe
gönderdikten birkaç gün sonra kurucu temsilcisi odasına çağırdı.
Raporu göstererek, “Sefer
Bey sizin derdiniz ne?” diye sordu. Sonra devam etti: “Biz sosyal bir okuluz, kayıt
görüşmelerinde hiçbir veliye, çocuklarına üniversite kazandırma sözü
vermedik. Diğer bölümleri meşgul etmene gerek yok. Öğretmenlere
etkinlik yaptırın; huzur evlerini ziyaret etsinler, müzelere
gitsinler, gezi düzenlesinler…”
*
Yine çok yerleşkeli bir kurumda genel
müdür yardımcısına proje sunmak istediğimi söylediğimde, “Anlatmak için bir dakikalık zamanınız var” dedi. Büyük
umutlarla girdiğim odada donup kaldım.
*
Başka bir kurucu temsilcisi, “Anlattıklarınız
çok etkili ve ilginç. Ancak bizim
hızlı
büyümek için acele etmemizi gerektirecek bir neden yok, Koç Lisesi
bile 23 yılda bu hale geldi.”
*
Eğitimle ilgili çok önemli bir
kurumun başkanı, “Anlattıklarınızı
takdirle karşılıyorum, ancak benim tıkır tıkır işleyen bir okulum
var, başkaları için rahatımı niçin bozayım?” dedi.
*
Saygın bir eğitim fakültesi dekanı,
fiilen planlı öğretime geçiş konusundaki projemi dinledikten sonra,
“Projeniz çok güzel, çok da takdir ettim. Ancak, lise öğretmeninin
hazırladığı projeyi uygulanmaları için hocalarımı ikna edemem”
dedi.
*
Öğrencilerimin yaptığı bir anketten
yola çıkarak, lise düzeyinde de eğitime katkı yapmaları önerisiyle
Rahmetli Sayın Sakıp Sabancı’ya, onun vefatından sonra da Sayın
Güler Sabancı’ya her yıl haziran ayında mektuplar yazdım. Hiçbirini
yanıtsız bırakmadılar. Her defasında “Henüz
gündemimizde okul açmayla ilgili bir madde yok” cümlesindeki
“henüz” sözcüğüyle umutlandım ve mektup yazmayı 2011 yılına kadar
sürdürdüm.
*
Yeni göreve başlayan Milli Eğitim
Bakanlarına, öncelikle alandaki öğretimden ve öğretmenlerden
başlamaları için temennilerde bulundum. Telefonla dönenler, yüz yüze
görüştüklerim oldu.
*
Önerilerimi Talim Terbiye Kurulu
Başkanlarıyla da paylaştım. Ankara’ya davet edenler oldu. İstanbul’a
ekip gönderenler, dosyalarımı almaya geliyorum diyenler oldu.
Buraya kadar
anlattıklarımdan her ne kadar umut ettiğim sonuca ulaşamasam da;
aldığım yanıtlar, telefon konuşmaları, yüz yüze görüşmeler
umutlarıma umut kattı, arayış yollarını aydınlattı…
Son söz olarak,
genel müdürler konusunda çok yanıldım.
Özel öğretim
kurumlarında görev yapmakta olan veya yeni atanan genel müdürler
arasında alışılagelmiş sistemi aşmak isteyeceklerin, yeni bir eğitim
hamlesi yapmak isteyenlerin olabileceğini düşünmüştüm. Yanılmışım.
Zira telefonla, iletiyle, mektupla her birinden farklı zamanlarda
randevu isteğinde bulundum. Masalarındaki dosyalarına zenginlik
katabileceğimi belirttim. Akıl verecek kadar akıllı olmadığımı ama
birikimlerimle, projelerimle çalışmalarına hız katabileceğimi
söyledim. Sadece bir çay
içimlik zaman istedim. Randevu vermek bir yana teşekkür eden bile
olmadı.
Şimdi düşünüyorum.
Bir yerde
yanlışlık yapmış olmalıyım!
Ama nerede?
Etkinlik ve projelerimi gereğinden fazla büyütmüş olabilir miyim?
Kraldan çok kralcı
olmuş da olabilirim.
Kendimi ve amacımı
anlatmakta zaaflar yaşamış da olabilirim.
Son söz:
EĞİTİM İÇİN BİR
İHTİMAL DAHA VAR!
Hala umudum var!
Benden daha yürekli, benden daha etkili,
benden daha bilgili bir eğitimci “Ben varım” diyecek, kendi olanaklarıyla kurduğu özel bir okulda
uyguladıklarıyla tüm okullara örneklik ve önderlik edecek.
Dileğim, çok gecikmesin!