ALANDAKİ EĞİTİM GERÇEĞİMİZ
Cumhuriyetimizin
kuruluşundan bu yana tüm okullarımızda öğrenmenin merkezinde
öğretmen var. Başka bir söylemle, Öğretmen Merkezli Öğretim çok
sayıda hamleye rağmen saltanatını sürdürüyor… Memnun olan var mı,
sanmıyorum! Geldiğimiz seviyeyi yeterli bulan var mı, yok!
Sorumluluğu üstlenen var mı, hiç yok!
Kovid-19 kaynaklı sürecin, eğitim dünyamıza çok önemli ve belki de bir daha bulunmaz değerde bir fırsat sunduğunu düşünüyorum. Yani öğrenmenin merkezinden hem öğretmeni hem de öğrencileri söküp aldı ve bir buçuk yıla yakın süredir uzaklaştırdı. Şu an halen öğrenmenin merkezi boş! Burayı uzun süre boş bırakmak gençlerimizin yıllarını heba etmek anlamına geliyor. Bu süreci her ne kadar kabul edilebilir bulmasak da, farklı bir pencereden bakıldığında bu durumu fırsat olarak değerlendirmek mümkün! Dolayısıyla fırsat hazır ayağımıza kadar gelmişken ÖĞRENMENİN MERKEZİNE ÖĞRENCİLERİ YERLEŞTİRMENİN tam zamanı…
Fiilen yönetici ve öğretmenlik yaptığım yıllar içinde eğitim ve öğretimde daha nitelikli ve kalıcı verim sağlamak amacıyla pek çok hamle yapıldı. Bunlar arasında bizzat tanık olduklarımdan bazılarını dün olmuş gibi hatırlıyorum. Hepsi de alandaki öğretim gerçeğimize baktı ama görmedi, asıl gereksinimlerini bilmedi.
Örneğin, dönemin Milli Eğitim Bakanlarından;
* Sayın, Hasan
Sağlam, darbe yöneticilerinden aldığı gücün sınıftaki öğretmeni bile
değiştirmeye yeteceğini düşündü; yanıldı. Çünkü etkinleştirmek
istediği planlı öğretim hamlesi ne kadar doğru olsa da,
darbecilerden alınan güç yapılanların göstermelik olmasının önüne
geçemedi.
* Sayın, Avni
Akyol, sınıf geçme sistemi yerine yürürlüğe koyduğu ders geçme
(kredili) sistemini yönetmek yerine; sistemi, sınıf geçme sistemini
derinden savunanlara teslim etti. Onlar da beşinci yıl bile dolmadan
kurban ettiler.
* Sayın, Ziya
Selçuk, 2004’te, öğretim programları ile ders kitaplarını
Yapılandırmacı sisteme göre düzenledikten sonra, “Altmış kişilik
sınıflarda ders yapmayı başaran öğretmenim, Yapılandırmacı öğretimin
de üstesinden gelecektir”, dedi. Sistem o tarihe çakıldı kaldı, o
günden beri yerinde sayıyor.
Bunların ve benzeri hamlelerin beklentilere olumlu yanıt verdiğini göremedik. Zira bugün bile sınıf kapısından giren öğretmen; Sayın İsmet Yılmaz, Nabi Avcı, Ömer Dinçer… Metin Bostancıoğlu, Hikmet Uluğbay… Avni Akyol ve diğerlerinin dönemlerinde ne idiyseler, şimdi de öyleler… Bilginin rehberi olduğunun bilincinde olan öğretmenler bile sınıf kapısından girince kendilerini bilginin kaynağı olarak görmekten kurtaramıyorlar; böyle olunca da aynı konuyu, aynı sınıfta, aynı öğrencilere, aynı yöntemle, aynı sürede anlatmak zorunda kalıyorlar; anlatıyorlar, yazdırıyorlar, soru çözdürüyorlar, ödev veriyorlar… Öğrencilerin akademik düzeylerine, öğrenme biçimlerine ve öğrenme süreçlerine çözüm üretemiyorlar. Bu yöntemden tek bir öğretmenin bile memnun olduğunu söylemek çok zor. Zira kendilerinden kaynaklanmayan nedenlerle davranışlarına sinsice eklenen alışkanlıklar var. Bu duruma, “Böyle gelmiş böyle gider” anlayışının baskısı da eklenince, öğretmenlere söylenecek söz kalmıyor…
Eğer bugün bir
bakan, özel bir kurum veya bir eğitim lideri Yapılandırmacı öğretim
konusunda hamle yapıp tüm okullara örneklik ve önderlik etmezse;
öğretmeni öğrenmenin merkezinde kabul eden Öğretmen Merkezli Öğretim
daha nice uzun yıllar saltanatını sürdürecek demektir…
Alandaki durum böyle olmasına rağmen Pandemi sürecinin başından bu yana uzaktan öğretimin nasıl yapılacağı konusunda öğretmenleri, öğrencileri ve öncelikle de velileri yönlendirecek bir yol haritası sunulmadı. Özellikle veliler diyorum, çünkü bu süreçte veliler kendilerini fiilen aktif öğretimin içinde buldular.
Bireysel bilgi ve
birikimleriyle baş başa kalan öğretmenler ise, yüz yüze öğretimde
uyguladıkları “Anlatılanı dinle” yaklaşımının aynısını uzaktan
öğretim ekranına aktarmak zorunda kaldılar. MEB’in bir yılı aşan
süreç sonunda “Öğrencilere beş ayrı öğrenme seçeneği sunuyoruz”,
söylemi çözüm değil, olmadı da... Çünkü yüz yüze öğretimde zaten
derse katılmayan, öğretmenin ısrarına rağmen anlatılanı dinlemeyen,
sürekli dersten kaçış eğiliminde olan öğrencilerin; TV yayınlarını
eksiksiz izledikleri ya da EBA veya uzaktan canlı derslere yoğun
biçimde katıldıkları söylenemez!
Kazanım ve Süreç Yönetim Sistemi veli ve öğrenciler bağlamında fırsat eşitsizliğini büsbütün ortadan kaldırmakla kalmayacak, eğitim ve öğretimde nitelikli bir dönemi başlatacak. Kovid-19 vesilesiyle boşalan öğrenmenin merkezine doğal bir hamleyle öğrencileri yerleştirecek. Ondan sonra da öğrencilerimiz o merkezden bir daha çıkmak istemeyecekler. Öğretmenlerimiz ise eğitim ve öğretimi merkezin dışından yönetmeyi daha çok sevecekler; gerçek öğretmenliği, çağdaş öğretmenliği yaşama fırsatı bulacaklar, kalıcı öğrenmenin meğer ne kadar kolay olduğunun geç de olsa tadını tadacaklar… Bu yüzden de bir daha teşvik edilse bile öğrenmenin merkezinde olmak istemeyecekler.
ALANI ÖZETLEMEK GEREKİRSE
Öğretmenler; "Anlattığımı dinle", "söylediğimi yaz", "verdiğim ödevi yap" yaklaşımlarını online öğretimde de aynen sürdürmek zorunda kaldılar. Yüz yüze öğretime zaten direnç gösteren öğrenciler büsbütün ekrandan uzaklaştı. Kendi başlarına ürettikleri çözümlerle bireysel öğrenmenin daha kalıcı olduğunun farkına vardılar. Bundan sonra yüz yüze öğretimin gözdesi olan öğrencileri bile sınıfta tutmak kolay olmayacak. Bundan böyle, kalıcı öğrenme anlamında öğrencilerin değişen beklentilerini karşılayamayan öğretmenler için 2021-2022 öğretim yılı çok zor olacak... Önlem alınmaması halinde, öğrenci-öğretmen anlaşmazlıklarından kaynaklanan olaylarda patlama olabilir.
NOT_: Kazanım ve Süreç Yönetim Sistemi" hakkında ÖZET bilgi için buraya tıkla